top of page
Bölüm 11
[11:1] TARİH ÖĞRETMENİMLE DERTLEŞME

18 Eylül 2014 - Tarih dersinde:
“İki gündür derse geldiğin yok. Nerelerdesin?”
“Dersten sonra anlatayım hocam.”
Bir süre sonra;
"Ee Armenak. Ne var ne yok? Anlat bir şeyler. Neler yaptın son zamanlarda?"
"Tarihi Ermenistan topraklarındaki Yahudilerle ilgili araştırma yaptım. II. Tigran 10.000 kadar Yahudi getirmiş, öyle okudum."
"10.000'den daha da fazla."
"Ne kadar peki ?"
"Kimse bilmiyor ama daha fazla."
"Peki hocam bu Yahudiler nasıl bir millettir? Ne düşünüyorsunuz?"
"Yahudilerin içinde iyi insanlar olabilir. Ha keza Türklerin içinde de vardır. Ben ırkçı değilim ama Yahudileri sevmem.”
Ders çıkışında yanına gidip:
“Hocam biliyorsunuz elimde bilgisayarla gelip size haritalar göstermiştim. ‘Gen merkezlerim’ diye…”
“Evet.”
“Ben o haritaları yanlış yorumlamışım.”
Bir süre Ermenicemin el verdiğince durumu izah etmeye çalıştım. Öğretmen dinleyip anlamaya çalıştıktan sonra: “Olsun, sen ruhen Ermeni'sin. Ben de Balıkesir kökenliyim. ‘Ermeni'yim’ diyorum ama, ben de test yaptırsam kim bilir neler çıkacak.”
[11:2] “NEDEN ARNAVUT ÇIKMADIK?”

Babamla Skype’ta buluştuğumuzda sonuçları onunla paylaştım. Arnavutları yakın sıralarda görememiş olmamı anlayamadığımı söylediğimde, bana soy araştırmalarım sırasında hiç duymadığım bir şeyden bahsetti:
“Dedenin babasının (Makedonya’da) bir Arnavut aile tarafından evlat edinildiğine dair bir akrabamız bir keresinde bir şey anlatmıştı.”
[11:3] “AFFEDERS İNİZ ERMENİ DEĞİLMİŞİM!”

Nasıl ki genetik test sonucumu Ermeniliğe yorarak haritalarıyla birlikte facebookta arkadaşlarımla paylaştıysam, Gedmatch sonuçlarımı ve yaşadığım hayal kırıklığını da arkadaşlarımla paylaştım. Bu, büyük çoğunluğu dünyanın çeşitli yerlerindeki Ermenilerden oluşan arkadaşlarım için oldukça anlaşılmaz bir gelişmeydi. Nasıl olur da bir “İstanbul Ermenisi” Yunan ve Yahudi çıkardı da Ermeni çıkmazdı? Bunun bir izahı olmalıydı.
Anneannemin Ermeni olabilme olasılığına dayanarak “Ben Ermeniyim.” diyordum ancak, bu sonuçlardan sonra da eskisi gibi Ermeni olduğumu rahatça söyleyebilir miydim? Bir kimlik olarak Ermeni olmak başka, köken olarak Ermeni olmak başka bir şeydi. Belki yine “Ermeniyim” diyecektim ama, artık “Anne tarafından Ermeni kökenliyim.” diyemezdim.
Ne yapmam gerektiğini düşündükten sonra arkadaşlarıma izah niteliğinde bir yazı kaleme almaya karar verdim. “Affedersiniz Ermeni Değilmişim!” başlığını taşıyan yazının ilk paragrafı şöyleydi:
“Adım Armenak. Ben bir Ermeni cemaati üyesi ve bir Ermenistan vatandaşıyım. Kendimi Ermeni olarak tanımlıyorum. Daha da açık olmak gerekirse, ben bir Yunan - Yahudi asıllı Ermeniyim. Bu benim için çok da eski bir bilgi değil. Bu yazıyı arkadaşlarımın yüzde doksanını oluşturan Ermeni dostlarım için kaleme alıyorum. Bir itirafnamedir bu. Aynı zamanda en gerçek halimle uzattığım dost eli.”
Son kısım ise şöyle bitiyordu:
“Durumu olanca açıklığıyla ortaya koyup, böyle kabul edilmeyi ummaktan öte bir şey gelmiyor elimden. Bana ‘Bu DNA meselesini fazla kurcalama. Mahalleden dışlanırsın. Marjinalleşirsin. Dostlarını kaybedersin.’ diyen ‘tavsiye’ler de geldi. Ne olur bilmiyorum. Ben Ermeni mahallesinde, neysem o olarak kalmak istiyorum. Gizi, sırı olan bir insan olarak değil.”
Ardından yazdığım mektubu Ermeniler tarafından çok okunan, biri İstanbul Ermeni Cemaati ile, diğeri de Taşnak partisi ile ilişkili iki web sitesinde yayınlattım. Sıra olacakları beklemeye geldi.

Aldığım tepkiler oldukça olumlu oldu. Bunlardan bazıları şöyle:
Nadya Uygun: Çok etkileyici ve de çok yalın. … Sevgiler sevgiler sevgiler.
Andre Yeto: Değerli kardeşimiz Armenak. Sen genlerinde bulunmadığını söylediğin Ermeniliğini DNA testine aldırmaksızın iftaharla kabul etmiş ve bununla özgür bir yaşam sürerken, yazıklar olsun ki genleri %100 Ermenilik taşıyan pek çok soyları bilinen Müslüman edilmiş Ermeni, günümüzde iftihar etmeleri gereken soylu Hristiyan Ermeniliklerini yaşamaktansa, sanki kaya dibinden çıkmışlarcasına soysuz bir geçmişe sahip, korkakça bir yaşam sürmekteler. Senin bu erdemli soylu davranışın umarım soylarını bilerek inkar edip, soysuzca yaşam sürenlere önayak olup, doğru yolu seçip, Hristiyan soylu Ermeniliklerini yaşama tercihi yaptırmaya yönlendirir. Gururumuzsun.
Suzan Kocabay Ohanian: Sireli (sevgili) Armenak, benim için en değerli Ermeni kardeşimsin!
Adsız (Hyetert-yorum): Tüm yazıyı satır satır bir roman gibi ilgiyle okudum. Helal sana Armenak. Ermeni milleti senin gibi olanlar sayesinde yok olmadı demek geldi içimden.
Agop Karaburun: Enteresan.
Hüseyin Aydın: Irk meselesi üzerine etkileyici bir yazı. Irk üzerinden prim sağlamaya çalışanların, politika yapanların özellikle okuması lazım.
Lale Strachan: Armenak, etnik olarak Ermeni olmasan da, gönül bağıyla Ermenisin. Eminim herkes de seni böyle kabul eder. Kendini üzme.
Garo Kaprielyan: Ender rastlanabilecek bir karakter var özünüzde. Soyunu, etnik kökenlerini bu derece ısrarlı araştıran belki milyonda bir çıkar.
Hulvenkliyim Ben: Armenak, İsa Mesih de Yahudi doğdu ve Yahudi olarak büyüdü. Ermenisin Ermeni kal. Hampurner yığpar (Öpücükler kardeş).
Rose Simonyan: Çok ilginç bir hikaye. DNA çok da önemli değil. Ermenilik ruhuna işlemiş adamın. )) Hoş geldin dost.
Menika Yıldız: Bravo Armenak can. Eline yüreğine sağlık. En son kararını vermişsin ve Ermeniliği seçmişsin. Gerçek Ermenilerden daha çok Ermenisin. Çok gururlandım.
Yasmin: Tebrik ediyorum kardeşim. Ne de güzel yazmış, ne de güzel yaşamışsın. Gerçek solup alıp veriş seninki.
[11:4] OKULU BIRAKIYORUM

Gelen tepkiler içimi biraz rahatlatmıştı. Ancak durup daha sakin düşünmeye ihtiyacım vardı. Derslerde öğretmenleri dinleyemiyordum. Dahası derslere de hiç gidesim kalmamıştı. Hayatımın kalanını nasıl geçireceğimi tekrardan düşünmeye ihtiyaç duyuyordum. Yön duygumu yitirmiştim. Kimlik krizi yaşıyordum. Çevremdekiler beni güzel sözlerle destekliyordu ancak, sanki içimde, derinde bir yerde bir şeyler hasar almıştı. Nedenini tam olarak anlayamıyordum. Halbuki Ermeni kökene sahip olmayabileceğimin ihtimalini de hep göz önünde bulundurmuştum. Peki, üstelik de kabul görmüş gibi görünürken, neden krizden çıkamıyor, içimdeki bulantıdan bir türlü kurtulamıyordum?
Zamana ihtiyacım vardı. Hiçbir şey yapmadan, kendimi boşluğa bırakmalı, içimdeki dalgaların ruhumu hangi kıyıya bırakacağını görmeliydim.
Okulu bırakmaya karar verdim ve kararımı açıklamak üzere dekanın odasına girdim. Dekan ise yanlış yaptığımı, eğer okulu bırakırsam muhakkak bundan pişmanlık duyacağımı söyledi ve “Şimdi git bir kez daha düşün ve bana iki gün önceden evvel tekrar gelme.” dedi. İki gün sonra tekrar dekanın odasına girip okulu bırakma kararımı içeren dilekçeyi kendisine teslim ettim.
[11:5] ÖĞRETMEN DEĞERLENDİRMELERİ

Öğretmenler odası sekreterliğin hemen arkasındaydı. Sekretere uğradığım bir gün, öğretmenler odasına da ufak bir ziyaret gerçekleştirdim. Öğretmenlerle sohbetim esnasında bir öğretmen sordu:
“Annen baban neredendi Armenak?”
“Babam Girit ve Makedonya göçmeni bir aileden geliyor. Yunan kökenli.”
“Baban Yunansa sen de Yunan sayılırsın.”
Bir diğer öğretmen:
“Ama annen Ermeni değil mi?”
“Eh, ben de öyle sanıyordum ama değilmiş.”
“Ya neymiş peki?”
“Yahudi!”
“Annen Yahudiyse sen de Yahudi sayılırsın.”
“Bir karar verin ama. Yunan mıyım, Yahudi miyim?”
Bir başka öğretmen:
“Ermenisin!”
Hep birlikte gülüşmeler…
“Hah işte bu! Bravo!”
Bir başka ziyarette ise Ermenice öğretmenim Yahudi miyim değil miyim diye kulak muayenesi yaptı. Yahudilerin kulaklarına has bir kemiksi yapı olduğunu düşünüyordu. Aradığı şey ise benim kulağımda yoktu.
[11:6] %70 YUNAN, %30 NOGAY

“Affedersiniz Ermeni Değilmişim” yazım oldukça yayıldı ve birçok farklı kesimden insanın ilgisini çekti. Bir süre hiç alışık olmadığım şekilde her gün yeni insanların facebookta arkadaşlık teklifiyle karşılaştım. Bu esnada tanıştığım insanlardan biri de beni Family Tree DNA bünyesinde genetik araştırmalarla meşgul olan iki kişiyle tanıştırdı. Bu kişilerin genetik bilgilerime doğrudan erişimi bulunuyordu ve çok amatörce yaptığım otozomal DNA test çıkarımlarına diyecekleri vardı.
İlk olarak Yahudi olma olasılığım masaya yatırıldı. Onur Dinçer FTDNA sonucumda “Aşkenaz kümesi” görünmediğini, bu nedenle Yahudi olma olasılığımın “düşük” olduğunu söylüyordu. Dahası Gedmatch sitesinde ortaya çıkan Yahudiliği, Aşkenaz Yahudiler ile Yunanların arasındaki genetik yakınlığa bağlıyor; Yunanlara yakın olan herkesin doğrudan Aşkenaz Yahudilere de yakın olduğunu söylüyordu.
İkinci olarak ise tek tek etnik gruplar üzerinden elde ettiğim yakınsama oranlarına itiraz vardı. Bu oranlar esasen hiçbir etnisite ile tam olarak uyuşmadığımı gösteriyordu. Murat Kazancı’ya göre tam da bu noktada Gedmatch’in çoklu popülasyon modları devreye girmeliydi. Bu modlar genetik yapımızı (tekli moddan farklı olarak) bir bileşke olarak inceliyor ve hangi farklı etnik grupların karışımının bizi en iyi temsil edebileceği üzerine formüller ortaya çıkarıyordu. Böylece daha önce tekli modda Yunan ve Aşkenaz Yahudilere 9-10 civarındaki yakınsamalar çoklu mod uygulamasının devreye girmesiyle birden 1.68’e indi. Bu formüle göre, istatistiki olarak “tam bir Yunan” ile “tam bir Nogay” %70’e %30 olacak şekilde karıştıklarında, teorik olarak Armenak Taçyıldız’ın otozomal DNA’sını “en iyi” şekilde ifade eden genetik yapı ortaya çıkıyordu.
Daha yeni “Affedersiniz Ermeni Değilmişim” yazısı yayınlamıştım. Şimdi bir de “Affedersiniz Yahudi de Değilmişim” yazısı mı yayınlayacaktım? Üstelik iş bununla da bitmiyordu. Artık ne olmadığımın ötesinde, ne olabileceğim de beni zor duruma düşürüyordu. “Ermeni kökenli” olduğum iddiasını kaybetmiş görünürken şimdi çok daha büyük bir iddiayı, “Türk kökenli olmama” iddiasını kaybedebileceğimi görüyordum.
Hayır, bu sefer acele davranmayacaktım. Gülünç duruma yeterince düşmüştüm zaten. Y-DNA ve mitokondrial DNA testleri de sipariş edecek, otozomal DNA testlerinin arka planında işleyen mantığı daha iyi anlamaya çalışacak ve en azından bir şeylerden daha emin oluncaya dek “Yunan-Yahudi” olmaya devam edecektim.
[11:7] ERMENİSTAN’DA İLK KIZ ARKADAŞIM

2014’ün Ekim ayıydı. 2013’ün son günü, Cumhuriyet Meydanı’nda kendime verdiğim söz halen daha tutulmayı bekliyordu. Yalnız başıma takılmaktan iyice sıkılmıştım. Şansımı Ermeni çöpçatan sitelerinde denemeye karar verdim.
Bazen birey olmaya, farklı düşünmeye övgüler düzen bir anarşist, bazen de milliyetçi duygulara hitap eden bir romantik oluyordum. Lakin neyi ön plana çıkarırsam çıkarayım pek de bir işe yaramıyor görünüyordu. Çok yakışıklı biri değilseniz, işsiz güçsüz bir öğrenciye kimsenin yüz verdiği yoktu. Hele de yaş otuzu geçmişse… Lakin bir süre sonra işler değişti ve üç kız ile aynı anda flört etmeye başladım. Biri “en güzel”, biri “en entelektüel”, biri de sosyal statü açısından “en yüksek”ti. Tercihimi “en entelektüel”den yana kullandım ve diğer ikisi ile muhabbeti kestim.
10 Ekim 2014 - İlk buluşmamızı bir akşam saatinde, çalıştığı Birleşmiş Milletler binası önünde gerçekleştirdik. İşten çıkıyordu. Birlikte önceden planladığımız caz konserine gittik. Her şey bir ahenk içinde gitti ve daha fazla buluşmaya karar verdik. Çok değil, bir gün sonra bir barda tekrar buluştuk ve orada sevgiliye dönüştük.
Üçüncü buluşmamız bir Çin lokantasındaydı. Uzakdoğu mutfağını çok sevdiğimden, ne zaman param çıkışsa, bir arkadaşımı alıp Çin lokantasına götürüyordum. Yemeğin ardından sohbet ederek yürümeye başladık. Birbirimizle zevklerimizi, fikirlerimizi, hayat deneyimlerimizi paylaşıyorduk. Epeyce yürüyüp de dinlenmek için bir kafeye oturduğumuzda elini göğsüme koydu ve gülerek, "Ajan değilsin değil mi? Üzerinde dinleme cihazı falan var mı bakayım!" dedi.
[11:8] TAŞNAKLAR İLE BARBEKÜ

Miran Pırgiç ile Yerevan’da birkaç sefer buluşmuştum. Dahası ben hazırlığın birinci senesindeyken, Ermenice derslerimize “konuk öğrenci” olarak katılım göstermişti. Onun vasıtası ile Dersim’den gelen “Ermeni kökenli” insanlar ile tanışıyordum. Bir gün getirdiği bir grup insan Eçmiatzin’de vaftiz olarak Ermeni isimleri edindi ve “aslına geri döndü”. Ben de yanlarında süreci gözlemliyordum. Taşnak Partisi’nden birkaç isim süreci aktif olarak yönetiyor görünüyordu.
Akşamında bu anlamlı hadiseyi kutlamak üzere barbekü partisi düzenlendi. İçki kadehleri dolduruldu, domuzlar pişirildi ve keyifli bir sohbet başladı. Ben ise sofranın “Yunan-Yahudi asıllı Ermeni”siydim. 2012 Aralık ayında İstanbul’da tanıştığım tarihçi Haykazun Alvrtsyan ile bu vesile ile sözleştiğimiz gibi Yerevan’da bir araya gelebilmiştik. “Ermenilikten vazgeçen ya da Ermeniliğine dönen çok kişi işittim de, senin gibisini ne gördüm ne işittim.” dedi. Sohbet ettiğim kişiler arasında Taşnak Gençlik Bürosu Yöneticisi Sarkis Mkrtchian da vardı.
Daha yeni “özüne” dönmüş kişilerden biri gen testleri üzerine bir sohbet açtı. “Sonuçların sende değişikliğe yol açtı mı?” diye sordu. “Değişmeyeceğini düşünsen de, değişmeyi istemesen de, bilinçaltın senden izin almadan bir şeyleri değiştirmeye başlıyor zaten.” dediğimde, karşılığı “Anlıyorum. En iyisi ben test yaptırmayayım.” oldu.
Bir süre sonra kız arkadaşım da gelip sofraya katıldı. Herkes halinden memnun görünüyordu. Herkes sırayla içkisini kaldırıp ayağa kalkıyor ve günün anlam ve önemine dair bir konuşma yapıyordu. Mevzunun ana konusu şuydu: “Tarihi Ermenistan coğrafyası”nda bir şekilde Ermeniliğini yitiren herkes günün birinde Ermeniliğini anlayıp yine Ermeniliğine dönse, sonra da bu insanlar yitirilen öz toprakları ve katledilen ataları için hep birlikte hesap sorsa, “ne güzel olurdu!”
[11:9] AYRILIK

Ermenistan’daki ilk kız arkadaşımla deneyimim bir aydan fazla sürmedi. Uluslararası İlişkiler disiplininde liberalizm ile realizm akımının çarpışması gibi çarpışıyorduk. O dünyayı diyaloglar, uzlaşmalar, dayanışmalar ve tavizler üzerinden çözümlerken, ben her daim çıkar çatışmaları ve güç mücadeleleri üzerinden çözümlüyordum. O hayattan keyif almaktan, tadını çıkartmaktan bahsederken; ben siper kazmaktan, savaşmaktan, zaferlerden bahsediyordum. O benim uzamış saçlarıma hayranken, ben saçımı üç numaraya vurmanın, asker postalı almanın planlarını yapıyordum.
Sonunda beklenen durağa geldik. Hayata karşı yaklaşımlarımız gibi ilişkiden beklentilerimiz de oldukça farklıydı ve biz de fazla uğraşmayıp onu bitirmeyi seçtik.
[11:10] TERS GİDEN RANDEVU

Yeni eğitim yılında hazırlık sınıfına gelen öğrencilerden biri de Farnaz adında İranlı bir kızdı. Hem Ermenice dersine ara sıra gerçekleştirdiğim ziyaretlerde, hem de yurt yakın olduğu için bazen sokakta karşılaşıyorduk. Hoş bir kızdı. Bazen göz göze geliyorduk. Bir gün bana facebooktan arkadaşlık daveti gönderdi ve sohbete başladık. Kız arkadaşım olup olmadığını sordu. “Yok.” demem üzerine de ilgisini daha da belli etti. Daha öncelerinde “Kız arkadaşım bir Ermeni olmalı.” diye düşünürken, artık böyle bir şeyi gerekli görmüyordum. Sanıyorum Ermeni milliyetçiliğim dağılma sürecindeydi. “Buluşmaya ne dersin?” dediğinde hiç tereddüt etmeden kabul ettim.
Doğum günümden bir gün önce bir alışveriş merkezinde buluştuk. Aşırı bir makyaj ile buluşmaya gelmesi beni şaşırttı. Sohbet etmek üzere bir kafeye oturduk.
“Ee anlat bakalım. Neden buradasın?”
“Almanca bölümü okumaya geldim.”
“Öyle mi? Harika! Almancayı ben de severim. Senin Almancaya olan ilginin sebebi nedir?”
Yanıtı beklenmedikti. Nazi Almanyası’nın liderine duyduğu hayranlık onu Almanca öğrenmek üzere Ermenistan’a yönlendirmişti. Yahudilerin öldürülmesini soru edip etmediğini sorduğumda da cevabı, “Problem değil.” demek oldu. Bunu yeni tanıştığı birine, üstelik de bir “romantik” buluşma esnasında o kadar rahat, o kadar çekincesiz söylemişti ki, şaşırdım; moralim bozuldu, sessizleştim. Yine de elimden geldiğince belli etmemeye çalışıyordum.
Bir şeyler yerken, “Senin gibi bir erkek arkadaşımın olmasından memnun olurum.” dedi. Hızlı gidiyordu doğrusu. Gülümsedim. Çıkışta onun kaldığı binaya doğru yürürken koluma girdi. Kol kola yürüdük. Onunla oturduğu kata çıkmak üzere asansöre bindiğimde, öpmeye kalksam ne olur acaba diye düşündüm. Muhtemelen bir itirazı olmayaktı; ama denemek hiç içimden gelmedi.
Onu bırakıp kendi evime doğru yürürken canım fena halde sıkkındı. Bir gün sonra facebook’tan gönderdiğim mesajda, “Benim annem Yahudi. Ermenistan’a sırf Hitler sevgisinden Almanca okumaya gelen bir kız ile ilişki geliştirmemin pek uygun olduğunu düşünmüyorum.” yazdım. “Bilmiyordum. Üzgünüm.” diyerek cevapladı.
[11:11] “TÜRK'ÜN AKILLISINA YAHUDİ DENİR”

Kasım’ın sonuna doğru Sarkis bir konuyu görüşmek üzere beni evine çağırdı. Bir konferansa katılım sağlamak amacıyla sekiz günlüğüne İran’a gideceğinden bahsetti ve sonrasında kızı Mariam’ın Türkçe öğrenmesini istediğini ekledi. Mariam ile aramın iyi olduğunu gözlemlediğini, kendisi yokken eğer bana da uygun ise her gün evlerine gelip Mariam’a Türkçe dersi vermemi, bu arada benim de Mariam’dan Ermenice öğrenebileceğimi söyledi.
Fransa vatandaşı olan Mariam’la daha önce aynı gün Yerevan Devlet Dilbilim Üniversitesi’nde diaspora öğrencisi olarak mülakata alınmıştık. Benim ayrılmamdan sonra o da farklı bir nedenle üniversite ile ilişiğini kesti. Türkçe eğitimi ise üniversiteye tekrardan başlayana kadar ara süreçte üzerinde uğraşabileceği bir alan olarak düşünülüyordu. Sarkis’in önerisini kabul ettim ve her gün öğleden sonra o İran’dayken evine gidip gelmeye başladım.
İran’a yolculuğundan önce Sarkis hemen yanımda Hasmik’e “Affedersiniz Ermeni Değilmişim” yazımdan bahsettiğinde, Hasmik’in tepkisi oldukça çarpıcıydı:
“Yahudi mi? Çok kötü!”
“Neden çok kötü?”
“Yahudi kime denir? Türk'ün akıllısına Yahudi denir. Sen Yahudi'ysen burada nasıl yaşayacaksın?”
Neden böyle dediğini anlamıyor değildim. ADL Global 100 endeksine göre Ermenistan antisemitizm oranı dünyada yüksek ülkelerden biriydi. Yahudi sevmez ülkelerin her birinin kendince nedenleri vardı ve Ermenistan’da da Ermenilerin başına gelen her kötülüğün müsebbibinin esasen Yahudiler olduğunu düşünen bir kesim mevcuttu. Sarkis’in bu yöndeki fikirlerini biliyordum ancak Hasmik’in fikirleri yeniydi.
Mariam ile çalışmalarımızın ise yüzde doksanında ben Türkçe öğretiyor olsam da, halimden şikayetçi değildim. Bu sayede sadece Ermenice kullanarak hiç Türkçe bilmeyen birine Türkçe öğretebildiğimi fark etmiştim.
[11:12] HASAN CEMAL OLAYI

11 Aralık 2014 günü bir uluslararası ilişkiler öğrencisi arkadaşımdan Hasan Cemal’in Yerevan’da olduğunu ve Ermeniceye çevrilen “1915: Ermeni Soykırımı” kitabının tanıtım toplantısı yapılacağını öğrendiğimde, katılamayacağım için oldukça üzüldüm. Zira ateşim vardı ve yataktan kalkamıyordum. Neyse ki akşam bir müjde verdi. Hasan Cemal bir gün sonra da Yerevan Devlet Üniversitesi’nin Türkoloji bölümünde Türkolog öğrencilerle buluşacaktı. Sabaha kadar biraz enerji toplayabilirsem kesinlikle kaçırmayacaktım.
12 Aralık günü, planladığımız saatte arkadaşım Satenik ile üniversite bahçesinde buluşup Türkoloji Bölümü’nün bulunduğu yere gittik. Bekleme odası gibi ayrılmış bir sınıfta otururken, Dekan Yardımcısı Doçent Ruben Melkonyan sınıftakilerle konuşmaya başladı. Önce Satenik ile ardından da benimle kısa bir sohbeti oldu. Bu daha çok bir sorguydu. İstanbul’dan geldiğimi öğrenince lafı dolandırmadı: “Hasan Cemal hakkında ne düşünüyorsun?”
“Yarı iyi, yarı kötü.” dedim. Bu cevabımı makul karşıladı ve ben de böylece amfiye giriş vizesi almış oldum. Evet anne ve babama ayrı ayrı Hasan Cemal’den çok bahsetmiştim. Evet, tarih öğretmenime de kitabı gösterip övmüştüm. Ama bu Hasan Cemal ile her konuda aynı düşündüğüm anlamına gelmiyordu. Gerek de yoktu zaten buna. Onu dinlemek üzere evden çıkarken, kendime olur da imkan olursa diye, onu sıkıştıracağını düşündüğüm bir soru bile hazırlamıştım.
Sonunda Satenik ve karşılaştığım diğer arkadaşlarımla birlikte amfinin sol tarafında ortalarda bir yerde oturup Hasan Cemal’i beklemeye koyulduk.
Akabinde sürecin işleyişi benim için o kadar beklenmedik seyretti ki, başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi oldu. Odama döndüğümde Hasan Cemal’e imzalattığım kitabımın bir resmini facebook’ta paylaşıp üzerine: “Bugün Ermenistan'da geçirdiğim en kötü gündü. Çok büyük hayal kırıklığına uğradım.” yazdım. Olup bitenler hakkında fazla detay vermek istemiyordum zira halen olan bitenlerin utancını yaşıyordum.

Kısa zaman sonra Avrupa ve Amerika’da yaşayan Ermeni arkadaşılarımın Ermenistan medyasında çıkan haberleri paylaştıklarını gördüm. Açıp okuduğumda, hiçbirinin durumdan kaygı duymadığını fark ettim. Aksi gibi Hasan Cemal öğrencilerin sorularına “net cevap vermediği” gerekçesiyle suçlanıyordu. Bu “haber”leri okuyan arkadaşlarım da bilip bilmeden abuk sabuk yorumlar yapmaya başlayınca, iyice tepem attı ve bir gün sonra orada neler olup bittiğine dair arkadaşlarıma bilgilendirici bir yazı yazdım.
13 Aralık 2014 – Facebook paylaşımım:
Hasan Cemal salona girerken hiç kimse alkışlamadı. Sanki üniversite kürsüsüne değil de sanık kürsüsüne yürüyen biri vardı.
Peş peşe, "Özür dilemek yetmez. Biz sizin özrünüzü istemiyoruz. Bize tazminat olarak ne vereceksiniz?" sorusu soruldu. Tazminatı gündeme getirmeye karşı değilim. Ama bunu Hasan Cemal'in yakasına yapışmış bir alacaklı gibi yapmanın alemi yoktu. Cemal: "Siz herhalde beni devlet temsilcisi olarak görüyorsunuz." dedi. Konuşmanın sonlarında ise "Ben devlet olsam.." diyerek kendince atılması gereken adımları sıraladı.
Hasan Cemal "Burada bulunan öğrencilerin çoğunun kökü Anadolu'dadır." dediğinde bir öğrenci "Orası Anadolu değil. Batı Ermenistan! Anadolu diyerek bu gerçeğin üzerini örtemezsiniz."
Bir başka öğrenci: "Dedenizin ne olduğu belli de sizin ne olduğunuz belli değil."
Tüm bu soruların ardından salon soru soranları, yorum yapanları alkışa tutuyordu.
Bir öğrenci: "Size 'kan parası' diye Ermeni evi vermişler." dedi. Hasan Cemal "Kan parası" kelimesinin Türk milliyetçilerin kullandığı bir kelime olduğunu, bahçeli bir ev verdiklerini ama bunun Ermeni malı olmadığını söyledi. Aynı öğrenci oturduğu yerden "Büyükmüş!" diye seslendi. H. Cemal: "Öyle miymiş? Ne kadar büyükmüş?" Öğrenci "1400 metre!"
Hasan Cemal bir öğrencinin sorusunu anlayamıyor ve yanındakilere anlayamadığını belirtiyor. Öğrenci oturduğu yerden elini uzatıp, kıraathanede çaycıya seslenir gibi: "Anlamıyor musun sen dediğimi !?" diyor.
Bir öğrenci "Siz Ermenistan'ın Karabağ'ı işgal ettiğini yazmışsınız. Siz tarihçi değilsiniz. Siz Karabağ konusunda ne biliyorsunuz ki böyle bir şeyi yazdınız?" diye sorup bir bildiri okumaya başlıyor.
Bir diğer öğrenci "Karabağ bizim. Siz Azerbaycan'ın tarafını niye tutuyorsunuz?"
Tüm bu sorular sorulurken R. Melkonyan'a bakıyorum, ağzında arada bir bir şey çiğneyerek, memnun memnun öğrencilerinin Hasan Cemal'i yıpratışını seyrediyor.
Adam konuşmasını yaparken bir öğrenci oturduğu yerden "Karabağ biziiim!" diye bağırıyor.
Hasan Cemal iki tarafın da milliyetçiliğinin bir sorun olduğunu söylerken, Melkonyan araya giriyor ve "Bir dakika! Siz çok yanlış konuşuyorsunuz. Ermenistan’da milliyetçilik yok, vatanseverlik var!” diyor.
Hasan Cemal: "Bir kere sözümü kesmeyin. Beni milliyetçiliğin olmadığına ikna edemezsiniz."
R. Melkonyan: "Ama siz de çok konuşuyorsunuz. Bize ders vermeye kalkmayın!”
H. Cemal: "Dün zamanın olmadığından yakınıyordunuz. Şimdi geldik buraya, burada da sözümü kesiyorsunuz. ‘Çok konuşuyorsun’, diyorsunuz."
R. Melkonyan: "Ben sizin için söyledim. Ne de olsa 70 yaşında adamsınız! Ayakta fazla durmayın" diyor gülüyor.
Hasan Cemal: "Ben kitabımın ön sözünde George Orwell'den bir söz ile başladım. Bir dakika.." dedi ve kürsüden masaya yöneldi. Ben önden 3. sıradaydım ve önümde Türkiye'den getirdiğim kitabı vardı. Yanına gidip kitabımı uzattım ve "Buyrun" dedim. "Aaa burada varmış!" dedi, gülümsedi. Sonra dönüp o cümleyi okudu: "Özgürlük, insanlara duymak istemedikleri şeyleri söyleyebilmektir."
Bir süre sonra bir başka öğrenci söz aldı: "Siz dediniz ki 'Ben buraya sizin duymak istemediklerinizi söylemeye geldim.' Yaramızı deşmeye mi geldiniz?"
Söz almak için elimi kaldırdım. H. Cemal beni gösterdi. Gidip mikrofonu aldım.

"Hasan Bey merhaba. Ben İstanbul'dan geliyorum. 1,5 yıldır Ermenistan'da yaşıyorum ve çifte vatandaşım. Aslında ben yalnızca sorumu sormak isterdim ancak burada gördüğüm lüzum üzerine birkaç şey daha söylemek istiyorum. Sanıyorum ki burada bulunan arkadaşlar Türkiye Ermenilerinin eleştirdikleri konular üzerine ne düşündüğünü bilmiyor. Herhalde Türk milliyetçisi Ermenilerden haberleri yok. Türkiye'deki politik atmosferi hiç deneyimlememişler. O nedenle sizin gösterdiğiniz cesareti takdir edemiyorlar. Benim de katılmadığım görüşleriniz var ama bu doğaldır."
R. Melkonyan: “Bize ders verme! Sorunu sor!”
Sağdan biri: “Sorunu sor.”
Hasan Cemal: “Yahu bir konuşsun adam.”
Melkonyan: “Bize ders veriyor.”
H. Cemal: “Yahu burası üniversite. İsteyen istediğini söyler.”
Ben: "Peki kısa kesiyorum. Hasan Cemal benim için bir kahramandır! Ermenilerin de onu el üstünde tutması gerekirdi. Soruma gelince: Sayın Cemal, kitabınızda Hrant Dink ile yaptığınız bir röportaja yer vermişsiniz. Orada Dink, Türk-Ermeni sorununun köklü çözümü için Türkiye'nin ve Ermenistan'ın AB üyeliğini işaret ediyor. Bugün artık Ermensitan Avrasya Birliğinin üyesi. Bu durumda Türk-Ermeni sorununun geleceği nasıl olacaktır?"
Hasan Cemal cevap verirken R. Melkonyan tarafından yine sözü kesiliyor.
H. Cemal: "Ya sizin nasıl bir eli sopalı hocanız var. Siz nasıl dayanıyorsunuz bu hocaya? İsyan etmiyor musunuz?"
R. Melkonyan'dan cevap "Göstericem ben sana sopayı!”

Yahu inanılır gibi değil. Hayretler içinde izliyorum.
Hasan Cemal: "Bırak da çocuklar konuşsun."
Melkonyan: "Ben de sizin yanınızda çocuk gibi kalıyorum zaten" (Yaşına vurmaya devam!) Mikrofonu orta yaşlı birine uzatıyor ve "Bakın bir çocuğa veriyorum. O da çocuk sizin yanınızda."
Hasan Cemal: "Eğer siz buraya gelen insanlara böyle muamele ederseniz ortak bir platformun kurulması zordur."
Öğrenci: "Domuzdan post, eski düşmandan dost olmazmış."
Hasan Cemal: "Tam da bitirirken bu söylenecek laf mıydı?"
R. Melkonyan bitiriş konuşmasında: "Hasan Cemal bizim için İstanbullu arkadaşın dediği gibi bir kahraman değildir ama saygı duyuyoruz. Çalışmalarını önemsiyoruz." diyor.
Ve sorgu bitiyor.
* * *
Şimdi bu yazıya baktığımda az bile aktarmış olduğumu görüyorum. Bir kısmını atlamışım.
Hasan Cemal konuşurken, benim de daha önceden kısa bir sohbetim olmuş olan bir öğrenci gelip bir pankart açtı. Pankartta “Hepimiz Nemesis’iz, Hepimiz Dzaghikian’ız” yazıyordu. Dzaghikian Cemal Paşa’yı Tiflis’te vuran kişinin adı, Nemesis de İttihatçılara düzenlenen suikast operasyonlarının ortak adıydı. Hasan Cemal orada konuşurken o pankartın ona doğru açılması, benim için “Ey Hasan Cemal! Dedeni de nasıl da öldürdük ama!” demekten başka bir anlam taşımıyordu ve bir provokasyondu.
Peki pankart açıldığında ne oldu? Önce hazırda bulunan gazeteciler geldi. Sırayla farklı açılardan resim çektiler. Pankartı açan öğrenci ise rahat rahat pozunu verdi. Gazetecilerin işi bitip de bir yana çekildiklerinde, Melkonyan ağır ağır amfi merdivenlerini adımlayarak öğrenciye yaklaştı ve kulağına eğilip bir şeyler söyledi. Öğrenci de bunun üzerine telaşsız bir şekilde pankartını katlayıp salondan çıktı.
31 Aralık günü Mehmet Perinçek twitter hesabından olay hakkında şu paylaşımlarda bulundu:
** “Hasan Cemal Erivan’a gitti, ‘Ermeni soykırımını’ savundu, dedesinin katilinin ailesine konferans verdi. Ama yaranamadı, MİT ajanı ilan edildi.”
** “Ermeni milliyetçi basınında Hasan Cemal'e övgüler yerine, ağır suçlamalar yer aldı, aleyhinde basın toplantıları düzenlendi.”
** “2005 Nisanında da bir sempozyum için Erivan'a giden Murat Belge'nin kafasından aşağı şarap dökmüşlerdi.”
[11:13] HASAN CEMAL’E MAİL

Kitabımı geri almak için Hasan Cemal’in yanına gittiğimde, ona bir gün önceki tanıtım toplantısına gelemediğimi, kitabımı benim için imzalarsa çok sevineceğimi söyledim. Kalemini çıkarıp üzerine “Sevgili Armenak’a Yerevan hatırası” yazıp imzaladı. Ardından kendisinden bir ricada daha bulundum.
“Hasan Bey, mail adresinizi de alabilir miyim? Size yazmak istediğim bir şey var.”
Bu ricamı da kırmadı ve bana bir mail adresi verdi. Eve gidip internetin başına geçtiğimde mail adresini kontrol ettim. Hiçbir yerde bana verdiği adresi göremeyince, özel maili olduğuna kanaat getirdim. Hasan Cemal ile dertleşesim vardı; öyle de yapmaya karar verdim. Kendi hikayemi olabildiğince özet onunla paylaştım. Polipatika’da bunu fazlasıyla yaptığım için, mailin yalnızca kendine has kısımlarını aktarmakla yetineceğim.
* * *
12 Aralık 2014 - Saygı değer büyüğüm;
Ben size soru soran o İstanbullu şahısım. Bir buçuk yıldır Ermenistan'da irili ufaklı sorunlara aldırmadan yaşadım. Bugün gördüğüm manzara ise beni derinden sarstı. Gördüklerime inanmak istemedim. Karnıma sert bir yumruk yemiş gibi oldum.
(…)
Ben Ermeni değilim Sayın Cemal, ama Ermeni oldum. Bu benim içimdeki dönüşümün bir siyasi yansımasıydı. Tuhaf, belki hiç denenmemiş bir eylem tarzıydı.
(…)
Ermeni halkının acılarına omuz vermek, sorunlarını birlikte yaşamak, geleceklerini paylaşmak istedim. Hâlâ da istiyorum. Ancak bu kardeşlik, bu dayanışma arzum, iyimser duygularım, bugün yara aldı. Size layık görülen muameleyi gördükçe oturduğum yerde yüreğim kanıyordu. Utanıyordum. Hayran olduğum, idealize ettiğim bir milletin çocukları, başta hocaları olmak üzere, yakışıksız bir şekilde davranıyorlardı. Birkaç şey söylemek istedim, "Bize ders verme." dediler, susturdular.
Üzgünüm Sayın Cemal, gerçekten üzgünüm. Sadece sizin için de değil, kendim için de...
* * *
Maili gönderdikten yaklaşık 30 dakika sonra sürpriz bir gelişme oldu. Bana geri döndü. Kısa cevabında şöyle yazıyordu:
“Sevgili Armenak,
Hayat böyle, canını sıkma. Milliyetçilik virüsü kolay çıkmıyor. Barıştı, huzurdu, demokrasiydi, bunların yolu milliyetçilik ipini bırakmaktan geçiyor. Ama gördüğün gibi çok zor. Ne büyük insani felaketler yaşamış Avrupa, AB ipine, büyük barış projesine sarılarak, uluslar üstü yapılar kurarak milliyetçiliği aşmaya çalışıyor ama kolay olmuyor. Karamsarlığa düşme sakın.
Kendine iyi bak. İstanbul'a gelirsen ara, selam HC.”
[11:14] SİCİL ve “İKİNCİ ÜNİVERSİTE”

18 Aralık 2014 - E-devlet sitesinden adli sicil kaydıma baktım. Cezamın Yargıtay'dan onanması ve yattığım sürenin yatacağım süreye sayılıp yurtdışı yasağımın kaldırılmasının üzerinden oldukça zaman geçmişti. “Eh artık suçum sabıka kaydıma işlemiştir.” diye düşündüm. Ama hayır! Sicil kaydım gayet “temiz” görünüyordu. Şaşırtıcı bir durumdu. “Bir sicil affı falan oldu herhalde.” diye düşündüm. Belki de yaş küçüklüğünden yararlandığım için suç sicilime işlenmemişti.
Diğer yandan bir arkadaşım bana Anadolu Üniversitesi’nin Açık Öğretim Fakültesi’ni önerdi ve “İkinci Üniversite” diye bir uygulamadan bahsetti. Buna göre, iki yıllık yüksek okul mezunları ellerindeki diplomalarla, üniversitenin ilgili bir açık öğretim bölümüne sınavsız olarak dikey geçiş yapabiliyorlardı.
Bu oldukça ilgimi çekti ve araştırmaya başladım. Organik Tarım programı da diploması kabul edilen programlar listesindeydi. Uygulamaya göre Türk dili, tarih, matematik, bilgisayar, İngilizce ve her bölümde ortak bulunan diğer bu tür dersler yüksek okul esnasında geçildiğinden muaf tutuluyor; geçiş yapılan bölümün birinci ve ikinci sınıfından alan dersleri de “fark dersi” olarak alınarak, normal bir lisans öğrencisinden daha fazla ders yüküne sahip bir şekilde üçüncü sınıf düzeyinden başlanabiliyordu.
O vakit uluslararası ilişkiler bölümü okuma düşüncesi tekrar belirdi. Lakin YÖK Disiplin Yönetmeliği'ni unutmuş da değildim. Ama sicilim temiz görünüyor ise, en azından gelecek senenin kayıt döneminde şansımı deneyebilirdim.
[11:15] TEKİLLİK & KOMÜNİST İDEAL

Odamda kendi kendime vakit geçirmek için başvurduğum araçlardan biri de pek tabii film seyretmekti. Bu dönemde izlediğim bir film, yıllar önce Die Welle filminin yaptığı gibi beni çokça etkileyecek ve yön duygusunu yitirmiş görünen günlerime ilhamıyla kılavuzluk edecekti. Filmin adı “Transcendence” idi.
Johnny Depp’in başrolünü oynadığı 2014 yapımı bu filmde, Dr. Will Caster yapay zeka üzerine çalışmalar yürüten bir biliminsanıdır. Katıldığı bir konferansta yapay zeka üzerine şunları söyler:
“130 bin yıl boyunca neden akıl kapasitemiz hiç değişmedi. Nörologların, mühendislerin, matematikçilerin ve bu salondaki hackerların zekasını birleştirsek, en basit yapay zeka ile boy ölçüşemez. Bir kez çevrimiçi olursa, hisli bir makine biyolojinin limitlerini kolayca aşabilir. Ve kısa bir süre içinde, analitik gücü dünya tarihinde doğmuş tüm insanların kollektif beyninden daha büyük hale gelir. Şimdi böyle bir varlığın olduğunu hayal edin. İnsan duygularının her çeşidine sahip olduğunu, hatta öz farkındalığının olduğunu bile. Bazı bilimadamları bunu ‘singularity’ (tekillik) olarak ifade ediyor. Bense evrim diyorum. Böyle süper bir zekanın inşa edilmesi, bize evrenin en temel sırlarını çözmemize imkan tanıyacak.”
Konuşmasını yaptığı sırada yapay zeka karşıtı bir organizasyon ülkenin bütün yapay zeka geliştirme laboratuvarlarına eş zamanlı saldırı düzenler. Birçok kişi bu saldırılarda ölür. Dr. Carter ise konferans çıkışında eylemcilerden birinin siyanür içeren kurşunu ile vurularak yaralanır. Artık onun için yapacak bir şey yok görünmektedir. Günleri sayılıdır.
Ancak karısı ve çalışma arkadaşı, saldırı düzenlenen laboratuvarlardan birinde, bir yapay zeka yaratmak yerine var olan bir zekanın (bir maymunun) bilgisayar ortamına aktarılmasının yolunu bulmuştur. Yöntemi ölmekte olan Caster’ın üzerinde denemeye karar verirler. Sonuç başarılı olur ve Caster’ın bedeni biyolojik olarak çökerken, bilinci güçlü bir bilgisayara aktarılarak korunmayı başarır.
İnternete erişim imkanı bulduğunda Caster bir bilinç olarak kendisini katsayısal bir hızla geliştirmeye başlar. Ancak organizasyon da artık karısı ve çalışma arkadaşının peşine düşmüştür.
Filmin benim için en ilham verici sahnesi Caster ve karısının inşa ettikleri yeraltı araştırma merkezinde, Caster’ın merkez için çalışan işçiler ile nöral bağ kurmasıdır. Bu bağ merkezi bir sinir sistemi gibi, bütün ekibi birbirine bağlar. İşçiler gönüllü olarak sisteme dahil oldukları gibi, istediklerinde sistemden çıkabilmekte ve bağımsız hareket edebilmektedirler. Dahası sistem kendisine bağlanan her bir işçiyi kısa sürede bir süper insana dönüştürür.
Filmin ertesinde en çok düşündüğüm şey artık komünizmdir:
Eğer komünist ideal üretim araçlarının ortak mülkiyeti ile başlıyorsa, zeka ve bilincin ortak mülkiyeti ile de devam etmelidir.
[11:16] “TC’NİN YAVRU ASKERİ”

Hasan Cemal’e Türkoloji Bölümü’nde konuşma yaparken layık görülen muamelenin bir şahidi olarak aktardıklarımı Avrupa’dan okuyan biri, facebook sayfasında bana “TC’nin yavru askeri” yakıştırmasında bulundu.
Bu kişiye göre Hasan Cemal güvenilmez bir adamdı ve Ermenistan’a geliş amacı muhtemelen karanlık emellere hizmet ediyordu. Orada kalkıp onu savunduğuma ve olan biteni eleştirel bir tutumla aktardığıma göre, ben de bu gizli organizasyonun bir parçası olmalıydım.
bottom of page